3 Nisan 2010 Cumartesi

Ağız ishali diye bir şey varmış... Yolda kendi halimde yürüyordum ki önüme bir teyze ile daha genç bir kız çıktı. Yürüyorlar, yavaş yavaş... Ama gerçekten yavaş. Kaldırım da dar yola da inmek istemiyorum. Ooof şöyle sağlarından gireyim sıkıştırayım, hafiften soldan geçeyim, tırmanıp üstlerinden atlayayım(!) falan derken kadının kıza "sen de iyice ağız ishali oldun canım" cümlesine tanık oldum!! Aaaah birden bire inanılmaz bir mide bulantısı yaşamaya başladım yani tamam çok yaratıcı bir söz öbeği olabilir ama düşününce de iğrenç ötesi bir şey...

"Sürekli ve yerli yersiz gerekli-gereksiz patavatsız insanlar için söylenen söz" diye geçiyor anlamı. Neden bir insan böyle bir laf etme gereği duysun ki ve nasıl olur da günlük kullanıma geçer böylesi bir laf. Çok ilginç deyimler atasözleri var mesela, insanlar kafayı bozmuşlar. Alfabemizin ilk 14 harfi ile yazılan en uzun kelimeyi bulmuşlar affedicideki ve son 14 harfi ile yazılan en uzun kelime tutuşturtuşumuzunmuş... Kim uğraştı da buldu ki bunları.. Birisinin hobisi mi bunları bulmak yoksa Türk Dil Kurumu'mu bulduruyo bunları nasıl yürüyo bu işler ki acep? Sanırım şu anda ben de el ishali olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum (ıyyk iğrenç) uzadıkça uzamakta bu konu=))

Böyle uzuun uzadıya hiç bitmeyen bir konuşmanın ortasında bulmuşsam kendimi birden bire acıkıyorum. Sanırım bir çeşit kaçış stratejisi... Ola ki beni bir yere kıstırdınız bıdı bdıdı bıdıdı bıdııı durmadan konuşuyorsunuz. 10dakika sonra benim gözümde sadece Milka'nın çilek-yoğurtlu çikolatasından bahsediyorsunuz ya da annemin mükemmel kurabiyeleri gibi kokuyorsunuz. Aslında bundan kesinlikle vazgeçmem lazım çünkü ne yazık ki bazen dersler de bana herşey bıdı bıdıd bıdıd bııdıdııı'ymış gibi geliyor ve ders çıkışlarında çikolata olsun da ne olursa olsun diye koşturuyorum kantine. Puuf yaz da geldi aslında dikkat etmek de lazım artık kilolara. O da ne saçma bir şey ya. Kışın 150 kiloyduk ok de yazın 50 kiloda fixlenecek miyiz illaki. Çikolata die bi şey icat olduğu halde şu zayıflık modası hala nası yürüyo anlamış diilim!!!

Konudan süper saptım yine her zaman ki gibi. Çok konuşan hiiiiiiç susmasını bilmeyen insanların varlığının aslında yadsınamayacak kadar çok olduğu bir gerçek. Yine de bazı insanlar da var böyle sessiz sakiin oysaki "Sessiz atın çiftesi pek olur" derler. Bir de bu var. "Sakin insandan korkarım ben ne yapacağı belli olmaz" insanları!!! Naapsın sessiz, sakin oturuyor işte. Ağız ishalinden de muzdarip olmayacaksınız yani=)) (hemencicik bağlarım konuyu)

Deyimleri temel alırsak kimse bize yaranamıyo zaten. Her lafın birbiriyle bir karşıtı var, her söz birbirini yalanlıyor. Sanırım atalarımız da bizi birbirimize düşürmeye çalışıyorlarmış taaa o zamanlardan beri... Bütün bunların arkasında "büyük güçler" var bence, yoksa kimin aklına gelecek böyle şeyler, di mi?!! =)))

29 Mart 2010 Pazartesi

Bazen insana gereksiz bir sinir gelir ve istemediği saçma sapan şeyler yapar. Şuanda tamamen o duruma müzdarip takılmaktayım. Saçmalamamı durduramıyorum. Ooooof! Bence tüm insanlar şizofren bir kişilik oluşturmalı yanında durabilcek ve eline vurabilecek "Napıyorsun salak dursana artık" diyecek birilerini 24 saat yanında bulmak o kadar kolay olmuyor çünkü...

Bir de uyanıp çok pişman olmak diye bir şey var, çok içtim neler olmuş diye telefona bakıp tüm sırların ifşa olduğu anlara tanık olmak... Sanki hepsini bir başkası yaşamış gibi hissedilen o dakikalar... Oysaki ceremesini çekecek olan kişi aynen aynadaki yansımanız... Of lanet olsun ki onlara "Amaaaan işte sevmediğim insanlar" ya da "ex'lerden biri deme" ihtimaliniz var. Peki ya şu anda yürütmeye çalıştığınız ite kaka yürüyen ilişkinizde yaptığınız dün geceki hatalar... Hiç biri unutulmaz, her biri birer kara leke olarak ayrılık sebebi özel kitapçık no.7'de önünüze sunulur zamanı geldiğinde...

Sahibi olmayan bir insanlık dramına sahne olan dün gecelerin hatalarını silebilen bir bilgisayar programı yazılımı falan inanılmaz bir şey olmaz mı? Şu anda o sinirlendim ve kendimi durduramıyorum hatalarımdan birini yapıyor, yazmamam gerekenleri yazıp söylememem gerekenleri söylüyor olabilirim. Belki beni ya da yaşayan diğer herkesi resetlemem gerekebilir. Ama sanırım artık yapacak bir şey yok anlatmaya çalıtığım şeyleri binlerce kilometre uzaktan söylediğim için sesimi duyuramıyorum sanırım. Sonrada söylememiştim demicem en azından. You spin me right round baby right round like a record baby right round right round; but is it enough?!!!


15 Mart 2010 Pazartesi

Arkadaşlarınızla bir kafede sınırların üzerinde gürültücü davrandığınız, herkesin güldüğü eğlendiği bir ortamdasınız. Masada klasik o 1-2 kişi herkesi kırıp geçiriyor, bir kaç kişi de aşırıya kaçar hareketlerde ama kahkahalar durmak bilmiyor... Siz de bir köşede kalmışsınız istiyorsunuz ki ortamda sizin de yıldızınız parlasın, bu kahkahaların kaynağı siz olun. Bir anda kalkıp yan masada ki adamın çatalını çaldınız, garsona bir laf attınız, masadaki menüyü çalmaya kalktınız falan. Aslında çok da düşünceli ve eğlenceli olmayan sadece o anın verdiği ani -ortamdaki ilgi bulutlarından biri de benim üzerimde olsun- kasıtıyla yapılmış bir hareket...

Yüzünüzde yaptığınız "mükemmel" taşkınlık sonrası muzur gülümsemeniz, arkadaşların yüzüne bakıyorsunuz herkes birden susmuş, ortamda hafif gergin karışık bir hava... Ne olmuş olabilir ki, lanet olsun o çok konuşan salak, aptal bir laf etmiş kesin germiş masayı, sizin yaptığınız "mükemmel" komiklikten bihaberler ne yazıktır ki...

NAAAA!!! Yanlış cevap.

X: Ya bu yaptığın hiç hoş değildi biliyorsun di mi?
Sen: Efendim?!!
X: Yani hiç gerek yoktu çok yanlış ve ayıptı.
X'in adi yardakçısı: Evet ben de katılıyorum çok gereksizdi.
Herkes(!): Oooof, bütün eğlencenin şu anda altüst olması, yaa bence özür dilemelisin....

Ama ama nasıl olur. Birden bire saatlerdir terbiyeden nasibini almamış -bizim zamanımızda böyle miydi- gençliği cık cık cık insanlarına dönüşmüştür.

"Yaa ben şey yapmak istememiştim, yani onun için yapmamıştım komik olsun diye... Ben ben özür dilerim!" "Neyse artık yaa her neyse"

Şu dünyanın en iğrenç ötesi lanet olsun ki senaryoları listesinde kesinlikle üst sıralarda yer alır. O anda en azından o gün bir daha toparlanamazsınız. Bir de bunun eve dönüncesi çilesi var ki ah daha da beter: Neden yaptım ki neden of yaaa, Lanet olsun!!!

9 Mart 2010 Salı

Bir Ses Bir Nefes

Birine sinir olmuşsam birden bire çıkardığı bütün seslerden deli gibi rahatsız olmaya başlıyorum. Saçmalık derecesinde bir duyarlılığa sahip oluyorum birden bire. Hani derler ya kör insanların işitme duyuları çok gelişir diye, birden bire sinirden gözüm dönüyor zaten o bi kesin, üzerine de o tıkırtılar, dişinin çıkardığı ses, yutkunması hatta nefes alış verişi... Havadaki oksijeni sömürüşünü işitebiliyorum sanki artık, o ne demek ya!

Aaah hele ki bir şeyler yiyorsa o kişi (sana sinir olmuşum diyorum yanımda oturmuş bir şeyler yiyorsun bu bile beni delirtmek için yeter de artar bile) sanki ağzında demir var garç gurç haşırt aman Allah'ım neler oluyor?!!!

Bir insana sinir olmuşsam gerçekten ama gerçekten yanımdan kalkıp gitmesini istiyorum. Sen sinir olmuşsun sen git değil mi? Hayır değil! Ama giderken lütfen o terliklerini yere vurmadan düzgün yürü ya. Sanki birden insanın bir ses makinesine dönüşüne tanık oluyor gibi hissediyorum o anlarda. Demin ki o sakin sessiz insana ne oldu ki şimdi?

Bir şeylere duyarlı olmak iyidir aslında. Her ne kadar benimki bu "bir şeylere duyarlı olmak" kategorisine diğerleri şıkkından girebiliyor olsa da tamamen duyarsız, motomot, kendini bile düşünmeden öylesine yaşayan bir insan olmak istemezdim. "Bu dünyaya ben neden geldim , doğmayı ben mi istedim, ben bu hayatı hak edecek ne yaptım" derken liste uzar gider ve bir bakarız böylesi kötü bir hayatı hak etmeyen bizlerin elinden alınıyor gidiyor o hayat. Kısacık ya 3 satırlık, nasılda büyük bir hata bu duyarsızlığımız.

Kendini doğayı korumaya adayıp nehirlere atık döken o fabrikaya dikkat çekmek için kendini fabrika kapısına kelepçeleyecek kadar büyük bir tutkuya sahip olmak isterdim. Bu duyarlılığın hırsın tutkunun kelimeleri dudağa dökülebilecek gibi değil sanki insan tadını alıp yutkunabilecek gibi...

Çağımızın hastalığı depresyon, çağımızın hastalığı yalnızlık, çağımızın hastalığı internet bağımlılığı... Farklı gazetelerin 3-4 günde bir yayınladığı başlıklar... Tüm bunların temeli bence duyarsızlıktan geliyor. Yitiriyoruz bir yerde inançlarımızı, isteklerimizi. Heyecanla başlıyoruz bir şeylere ve sonra ne oluyor ne bitiyor hiç bilmeden her şeyden vazgeçiyoruz sanki birden bire. Bu yüzden bazen sosyal içerikli olmasa dahi bir şekilde hayatımda bir şey için "duyarlılık" kelimesini kullanabilmeyi seviyorum. Sinirli hallerimi de seviyorum sanırım sırf bu yüzden. Fazladan hırslı, inatçı ve fazlasıyla heyecanlı oluyorum.

Yeşili severim ama kendimi bir ağaca kelepçelemem, hayatı severim ama sırf onu alabildiğine yaşayabilmek için sırtıma bir çanta atıp dünyaya dolaşmaya çıkmam, ailemi severim ama onların dizlerinin dibinde oturamam. Öyle ki orta bir noktada bir şekilde bir yerlerde buluşmam lazım kendi kendimle. 21. yüzyılın 10.yılında elbette ki ben de 60'ların 80'lerin insanından o derece farklıyım ki bazen kırılan tırnağıma ülke ekonomisinden daha duyarlı olduğumu fark ediyorum.

Duygularıma yer açsam, düşünmek zorunda bırakıldıklarımdan kurtulabilsem sırf işitmem belki bazen görebilirim de. Bakalım kısmet, hayat kısacık ama çok değişken. Yarınımın ne olacağını kim bilebilir ki? =))

6 Mart 2010 Cumartesi

Bazen insanı çıldırtan bir sosyallik krizine giriyorum. Aman ha evde oturmayayım, sokakta olayım, arkadaşlarım olsun, kalabalık olsun, gürültü patırtı... Sakinlik mi, o da ne!!! Yaşım genç tamam öyle olgunluk iyidir insanı da değilim açıkçası da resmen çikolata krizi gibi sosyallik krizi denen bir döneme giriyorum arada.

İnsanların aşırı unutkanlığından korkup kendimi unutturmamaya çalışıyorum belki, belki de sadece dans etmek istiyorum ama unutkanlığı da bir seçenek olarak öne sürdüğüme göre demek ki böyle bir düşünce var...

Unutkanlık hastalık gibi. Bazen çok da farklı olmayan, hatta bir yerden sonra aynılaşan günlerimizi değiştiren anlarımızı bir yerlere kazımaktansa, onları arkamızda bırakıp yürüyebiliyoruz. Saçma değil mi? Ne kadar az şaşırıyoruz aslında şu hayatta. Hayatı çok farklı olan bir insan bile belli bir yerden sonra farklılıkların yarattığı monotonluğa bürünmüyor mudur? Ayı Grylls olsam her programda aynı heyecanı duyar mıydım "oo bu sefer de kurtuldum hııım evet bu yılan da nefisti!" o kadar paraya en azından aşırı heyecan duyuyormuş gibi yapardım, evet!

Sosyalleşmeme isteğimin doruk noktalarını yaşıyorum şu dakikalarda... Bir adet akşam çıkıp eğlenelim diyen çok yakın arkadaşım bir adet davetli olduğum doğum günü var ve bir adet de uykusuzluktan ölmek üzere olan ben! Bir de en kötüsü pişman oluyorum sonrada çok gitmedim diye. Sanki 14 yaşında yeni yeni arkadaş edinen çocuk, çevre yapacak falan!!!

Olsun yine de sosyalleşmek iyidir, aslında insan da topluluklar halinde yaşamak zorunda değil mi? Sırf bu yüzden yalnızlık korkusu kavramı ortaya çıkmıştır bence. Sosyallik yalnızlık fikrini gerçekten kafamızdan silebiliyor mu acaba, "kalabalıklarda yalnız olmak" var mesela! İllaki aristokratik bir laf etme amacından öte bir laf ise bu ne anlamı kaldı sosyalleşmenin?!! Sosyalleşerek de yalnızsak bu kendi kendimize yaptığımız en büyük aldatmaca değil de ne? "Yalnız değilim bir sürü arkadaşım var ama kalabalıklar da bile yalnızım!" O zaman tamam!

Belki de önemli olan kendi kendimize yetebilmeyi öğrenebilmektir. Hep imrenmişimdir tek başına sinemaya giden insanlara, asla yapmadığım bir şey. Aman benim canım arkadaşlarım var niye gideyim tek başıma onlarla takılırım fikri bende 55milyar kere daha baskın çıkar yalnız sinemaya gitme fikrinden. Sanırım ben kalabalıklara değil de sevdiğim insanlara bağlıyım. Kalabalıklar için de yalnız hissedersem de onlara sarılır mutlu olurum işte daha ne... Ama ya bir gün gelir de onları kaybedersem... İşte o zaman "İstiklal Caddesi'nde herkesin tersi yönünde meydanda tünele kadar yağmur altında yürümeye çalışan insan" hüznü sarar içimi ve tüm o kalabalıklar içinde bir başıma kalakalırım...

5 Mart 2010 Cuma

Kendi kendime "zoraki sıkıştırılmış zihniyet psikolojisi" uyguluyorum. Zoraki sıkıştırılmış zihniyet psikolojisi ne midir, "bence" sözlüğüm bu söz öbeğini sinir krizinin bi yanına koyarak ifade ediyor. Bir şeyi çok istiyorum deliriyorum vee elde ettikten sonra aslında ben cidden bunu mu istemiştim ya oluyorum.

Bunun en temel sebebi "hemen olsun" mantığının getirdiği kabataslak çizimler.
Staj istedim! Deliler gibi her yere cv göndermeler, tanıdıklara mail atmalar... Sonuç: staj dediğin elbetteki bulunur da, şimdi ki sorunum ben cidden bu departmanı mı istiyorum ki ya!!! İleri de bu işi yapmayı düşünüyor muyum? Üstelik stajına başladığım için sırf, gidip bir de o departmanla ilgili 5 haftalık özel bir eğitime yazıldım! Ciddi ciddi qualified eleman oluyorum yani!!!

İnsanın hayatı aslında o kadar kendi elindeki bunun farkına varmış olmak canımı sıkıyor. Ne zaman ki birilerine akıl danıştım ve ona uydum pişman oldum. Tıpkı şimdiki gibi! Bana seçim hakkı sundular 2 departman arasında ve şu anda sanki seçmediğim benim için hayatımın fırsatını tepmek demekmiş onu anladım. Ve sanırım ne yazık ki abartmıyorum. Of belki bir süre sonra departmanlar arası geçişe falan izin verirler. Ne çok konuştum ya buldum ve bunuyorum şu anda. Bir otur bir şükret dimi yok işte. İlla vıdı vıdı. Oysaki bu stajı bulana kadar etrafımdaki herkese sinir krizi geçirttirmedim mi? Hem de nasıl. şimdi ne oldu !!!

İnsan oğlu çok adi bir varlık işte. Çabuk unutuyoruz, çabuk sıkılıyoruz, çabucak herşey olsun dert ne tasa ne hiiiiiç bilmeyelim istiyoruz. "İnsan düşünen bir hayvandır" diye ilkokuldan beri fen kitaplarından okuyorum ama sanırım ben insanla hayvan arasında takılıp kalan az düşünen çok yakının hayvan türünün bir üyesiyim ve bence zaten şu dünya da bu türe üye olmayan çok çok az insan var.

Cıksınmalarım biraz son bulsun artık bence de. Ekmeğe biraz nutella süreyim yiyeyim bir şeyciğim kalmaz. Doktor reçetesi gibi ooooh. Hayat aslında ne kadar kolay ve hayatın kolay olduğunu kabul etmek de ne kadar zormuş ya...

3 Mart 2010 Çarşamba

if i can't dance i don't want to be a part of your revolution

Emma Goldman'ın Amerika'da -persona non grata- yani istenmeyen adam ilan edilmesinden kisa bir sure önce, gayet ciddi bir siyasi toplantinin akabinde verilen dansli bir yemekte çılgınlar gibi dansetmesi sonucu babacan(!) bir siyasinin yanına yanaşıp "cık cık cık" demesiyle Emma'nın lafı gediğine "if i can't dance i don't want to be a part of your revolution" diye koymasıyla hikayemiz son bulur.

Newyork'da birlikte yaşadığı Berkman'ın da bilinesi bir lafı vardı "İş isteyin. Eğer iş vermezlerse, ekmek isteyin. Eğer ekmek vermezlerse, ekmeğinizi alın." Dilden dile yayılarak büyüyen bu söz Berkman'ı Blackwell Adası'nda bir yıl "zoraki misafirlik" etmek durumunda bırakmıştır.

Emma Goldman gibi benim de birşeylere karşı ayaklanasım var ama uğruna ayaklanacak ya da hayalkırıklığına uğrayacak kadar tutundunduğum bir şey yok sanırım. Bir de beni böylesi sürekleyip Amerikan vatandaşlığından atılmama sebep olabilecek bir Berkman'da gerekli tabiki. İş bulun, okuyun, aynı zaman da evde de durun, biraz da arkadaşlık kurun, üzerine de baharat kıvamında insanlarla iyi geçinin, facebook a yeni fotoğraflar koyun, o çok sevdiğiniz hayalinizin ne olduğunu hatırlayabilmek için uyku aralarında su içmeye kalktığınızda biraz da kafanızı yorun...

Anlaşılan içimde sakladığımı sandığım agresif ruh asla bir devrime konu olamayacak ve ben şu aralar herhangi bir yerin yasaklılar listesine girmenin gizli kikirdemelerini yaşayamayacağım.
Devrime karşı değil ama devrim için dans ediyorum. Bu da benim kişisel devrimim olsun o zaman:))